31 Ocak 2009 Cumartesi

Barış' a Özlem...

Dün akşam Siyaset Meydanı'nda Barış Manço'nun 10. ölüm yıldönümü dolayısıyla bir anma programı düzenlendi.Bir sürü sanatçının da katıldığı programda Barış Manço'nun videoları,klipleri gösterildi ve sanatçılar onun şarkılarını söyledi.Ben Barış Manço'yu çok severim.Bütün şarkılarını da ezbere bilirim.Zaten herhalde onu sevmeyen yoktur.7'den 77'ye herkesin sevgilisi o.İlk programın tanıtımı dönerken ekranlarda 10. ölüm yıldönümünden bahsediliyordu.Şaşırdım doğrusu 10 sene geçmiş ölümünün ardından.Zaman ne kadar çabuk geçiyor değil mi?Ölüm de doğanın kanunu.Her canlı bir gün ölümü tadacak derler ya.Ama soğuk geliyor işte kulağa.Sevdiklerini kaybetmek..bilinmeyen bir sonsuzluğa gitmek..Pek böyle konuları konuşmayı sevmem belki de korku var biraz..ya da kendine güvensizlik mi acaba diğer dünya için..Ama bir gün olacak temennimiz hayırlı bir şekilde gerçekleşmesi.10 Yıl önce bir sabah kalktığımda hiç unutmam Ece Erken'in o zamanlar bir sabah programı vardı.Sabah şekerlerinin moda olduğu bir dönem.Sabah kalkar kalkmaz herzaman ki gibi ilk iş olarak televizyonu açmıştım.Ece Erken prıgramda bir sürü çocuk toplamış...Barış Manço şarkıları çalıyordu.Çocuklar bütün stüdyoya dağılmış... yerlere oturmuş...hatta çok iyi hatırlıyorum kimileri yer bulamamış Ece Erken'in cam masasının altına oturmuşlardı.Hepsi hüzünlü ama tek bir ağızdan Barış'ın şarkılarını söylüyorlardı.Bir anlam verememiştim ilk başta "ne oluyor? "diye sordum kendime sonra anladım ne olduğunu.Barış Manço'yu kaybetmiştik.O zaman çok üzülmüştüm işte.Ama onu öldükten sonra da hiç unutmadık.Onu dünya tanıyordu üstelik.Şimdi onun Japonya konseri aklıma geliyor.Tıklım tıklım bir konser salonunda Japonlar bir ellerinde kendi bayrakları diğer ellerinde Türk bayrakları ile çoşuyorlardı onun şarkılarında..Ama maalesef ki ölümünden sonra farklı şeylerle gündeme geldi maalesef ki hak etmediği söylemlerle..iftiralar attılar..sonra da ölmeden önce attığı bir imza öyle bir borç bıraktı ki kalanlara...Ne yazık ki kimsenin elinden birşey gelmedi.Hayatının geçtiği ev satılmaya kalktı..belki de bir sürü şarkının çıktığı piyanosu..Ne kadar acı verici birşey.Dün onun adına yapılan programda öğrendim ki ölümünün 10.yılında ancak bütün borçlar kapatılabilmiş.Neyse ki kapatılabilmiş.Neyse onu hep güzelliklerle anmalıyız.Kendisinin bir sözü vardı.Sanatçı unutulduğunda ölmüştür.Biz hala onu hatırlıyoruz demek ki o hala bizimle..Sen rahat uyu BARIŞ...

30 Ocak 2009 Cuma

Ink Heart

Dün kardeşiizle bu filme gitmek istedik.Nedenini anlayamadığımız sadece belirli salonlarda filmin oynamasıydı.Bize en yakın olanın Bakırköy'de olduğunu öğrenince kurstan gelince hemen koşa koşa arabaya atladık ama İstanbul trafiği malum...Sinemaya gittiğimizde sadece filmin başlamasına 2 dakika kalmıştı.Koşturup hemen biletimizi aldığımızda derin bir nefes almıştık.Filmi biz çok beğendik.Çok güzel bir filmdi.Eve geldiğimizde yorgunduk ama değdi.Bugünde kaydımı yaptırmak üzere okula gittim.Ama yine trafik bizi yordu.Bugün yağmurlu ve serin bir gün oldu.Gelir gelmez yemeğimizi yedik ama bu akşam diksiyon kursum olduğu için yine dışarı çıkmam gerekiyordu.O anda telefonuma mesaj geldi.Diksiyon hocamın rahatsızlığı nedeniyle bugünkü ders iptal edilmiş.Bu habere inanın çok sevindim.Tabi hocanın hasta olmasına değil dersin olmamasına tabi.Çünkü bayağı yoruldum yahuu....

28 Ocak 2009 Çarşamba

Film modu..

Bugünlerde sıkıntıdan tek yaptığım iş film izlemek oldu.Tabi laptop da gelince istediğim filmi izleme şansını yakaladım.Bugün kursta yeni kurda 2.günümüzde Nadia hocamızla ilgili sığ bir konu üzerine konuşmaya çalıştık.Bende bugün elimden geldiğince konuyu değiştirmeye çalıştım ama bugün vasatın üstünde bir gün geçirmiş oldum.Ama Şehri'yi çok özledim.O olmayınca sanki birşeyler eksik gibi geliyor :(İki kişi kalmak çok zormuş yaa...İşimiz gerçekten çok zor.

27 Ocak 2009 Salı

Tempoo...

Evet 5 Ocakta ara verdiğimiz görevimize bugn tekrar döndük.Farkında olmadan bayağı süre geçirmişiz boş yere.Bir de erken kalkmak çok zor geldi gece 3'te yatmaya alışınca...Bu arada okuduğum ama ders alamadığım okulumda 2.dönem kayıtları başladı.30 Ocak a kadar kayıt yenilemeyen kalmasın hey millet! Bu arada harç parası olarak hazırladığım 300 tl ile İş Bankasında bir hayli bekledim.Şu kartı geçirip hemen sıraya girenler yüzünden..Bir daha ki sefere kartı olan birinden rica edeceğim bana da bi numara almasını.Böyle bekle bekle nereye kadar ama gün sonunda hoşuma giden hazırladığım paranın yarısının elimde kalması oldu.Çünkü 300 tl değil harç param 150 tl imiş.Bu da kısa günün karı oldu wallahi...Karlı günlere dostlar :)

26 Ocak 2009 Pazartesi

Olan sivilceye değil parama oldu! :(

Bugün hayatımın iyi başlayan ama maalesef ki kötü devam eden günü oldu.Sadece bugün boş günüm diye suratımdaki sivilceleri göstermeye gittim bir cildiyeye ama gittiğime bin pişman oldum.Doktorluk meğer ne kadar da basitmiş.Ağzında bir sakız ,laubali tavırlar.. olan giden parama oldu.Nedense sivilce göstermeye gittiğim doktor bana öyle bir teşhis koydu ki.Birden tepem attı ne diyeceğimi bilemedim.Git şunu çektir bile demeden A4 kağıdında olan bir sürü tahlillerin bir tanesinin yanındaki kutucuğu işaretleyerek elime tutturdu.Herley ne kadar da kolay.Tabi ki orda ne kadar yaptırmam ben bunu da desem pek oralı olmadı bizim doktor hanım.Bir daha mı asla oraya gitmem... kimseye de tavsiye etmem.Öyle bir hışımla dışarı koştum ki annem de arkamdan gelmiş ya yaptırsaydın ne olacak diyor.Sonra doktor hanım arkamdan da bağırıyor.Getir karneni getir bir krem yazayım belki iyi gelir.Bu gittiğim bir özel hastaneydi.Bundan önce devlet hastanesine gitmiş orda ki asistanlar tarafından muayene edilmiş ve eczanede birleştirilmek üzere 2 krem almıştım.Ama asistanların verdiği krem bütün suratımı soymuş hatta suratım çukur çukur olmuştu.Üniversite son sınıfa kadar ve ergenlik döneminde hiç sivilcesi olmamış bir insanın bu duruma gelmiş olması kötü.Ben şimdi kime güveneceğim.Nasıl geçireceğim suratımda ki sivilceleri ve tıbbi müdahale sonucu oluşan izleri...

25 Ocak 2009 Pazar

yine bir pazar günü

Pazar günleri benim en sevmediğim günlerdir.Çünkü tatilin son günü yoğun temponun başlangıcıdır.Bugün de ben aynı duyguları yaşadım çünkü yarın kursum başlıyordu yine ama sabah saatlerinde gelen bir telefon kursumun yarın değil salı günü başlayacağını söylüyordu ki bu benim için güzel bir haber oldu.Bir gün daha tatil yapabileceğim :) Bu arada bugün gelen maillerime bakarken biraz şaşkınlık yaşadım.Çünkü gelen maillerden biri ünlü modacı Tanju Babacan'a aitti.Bilmiyorum onunla ilgili düşüncelerimi sizinle paylaşmış mıydım ama onu televizyondaki programda izlemiş ve gerçekten büyük bir hayranlık duymuştum özellikle düşüncelerine...Bunun üzerine kendisine mail atmış ve kendi düşüncelerimi paylaşmıştım.Kendisini takdir ettiğimi belirtmiştim.Kendisi de bu mailime karşılık bir cevap maili yazmış ve teşekkürlerini belirtmiş.Bundan çok mutlu oldum.Böyle birşeyi beklemiyordum kendisinden.Umarım kendisinin şansı açık olur ve her istediğini elde eder.Zaten elde edeceği de kesin..Gerçekten kendisini dinleyince böyle insanların ülkemize çok daha yararlı olacağını düşünüyorum.Bugünkü yazımı da böyle bitirmiş olayım...

24 Ocak 2009 Cumartesi

EK KURS

Dün akşam yeni bir kursa başladım.Güzel konuşma ve diksiyon kursu...kursu veren de Parla Şenol.İlk başta pek gitmek istemedim ama madem böyle bir fırsat var üstelik bedava niye gitmiyorum ki? diye sordum kendime.Baktım tv de hep aynı şeyler..kardeşim de bilgisayarın başında..hadi kalk hazırlan da git dedim kendi kendime.İlk başta o saatlerde Beyoğlu'nu görünce büyülendim adeta.O kadar kalabalıktı ki.Her yer ışıl ışıl ...fonda güzel parçalar..insanlar ve bardaktan boşalırcasına yağan bir yağmur.Yürümekte zorlandım doğrusu.Sonra düşündüm umarım boşu boşuna gelmemişimdir.Düşünsenize birkaç kişi olsaydık..bir de bende böyle bir ürkeklik vardır.Bir ortamda pek dikkat çekmek istemem ya da sınıfta hoca sürekli beni veya birilerini kaldırsın istemem.Herhalde toplum içinde küçük düşme ya da kendini ifade edememe sorunum var.Ama bunula birlikte arkadaşlarımın arasında öyle konuşkanımdır ki beni susturmak zorunda kalabilirler.Ama ne yapayım hala açamadım kendimi hatta bu açılmış halim.Umarım bir gün bu sorunumdan da kurtulabilirim.Gelelim kursa tam 41 kişi vardı listede.İnsanlar oturacak yer bulmakta güçlük çektiler.Nasıldı ders derseniz aslında birazcık başım ağrıdı ve hocanın ani soruları beni korkuttu."Sen söyle.Evet yüzünü saklayan yeşil kazaklı"gibi söylemler benim hiç hoşuma gitmeyen söylemlerdir.Ama bunun dışında çok dikkatli olduğunu da farkettim.Bazılarının derste neler yaptıklarını dersin sonunda kişileri göstererek ifade etti.Sürekli saate baktığımı görmemiş olması benim için çok iyi oldu.Herşeye rağmen bu kursun çok verimli olacağını düşünüyorum.Üstelik tam 8 hafta sürecekmiş.Ben bu kadar ciddi birşey olacağını hiç düşünmemiştim.Ama Parla Senol gibi birinden diksiyon dersi almak herhalde CV 'ler için bile güzel bir ayrıntı olacaktır.Umarım endişe duyduğum şeylerde haksız çıkarım ve 8 haftanın sonunda bu kursun etkilerini görebilirim.Yeni bir kursa başladım dostlar.. :)

22 Ocak 2009 Perşembe

Yine Unuttum!

Bugün pek fazla söyleyeceğim birşey yok dostlar.O kadar çok şey oluyor ki aslında hatta bazen not alıyorum unutmamak için ama...yazmaya geldiğim zaman o kadar karmaşık duygulara kapılıyorum ki aman yaa diyorumm.Aslında çoğu şeyi de unutuyorum unutmamam gereken.Bugünlerde evde dvd sürücüsü sağlam olan bir bilgisayar olduğu için bol bol film izliyorum.Geçen günde yine bir film izledim.Yaklaşık 2 saat süren film beni çok etkiledi.Filmin ismi Eagle Eye..ama öyle romantik filmlerden değildi.Bildiğimiz macera.Ama ilginç bir konusu vardı ve hoşuma gitti ve izlerken büyük keyif aldım.Bilgisayar hazır İstanbul'da iken bu fırsatı değerlendirip izleyebildiğim kadar film izlemeye niyetliyim.

21 Ocak 2009 Çarşamba

Son Dakika

Hiç tanımadığım ama çok ünlü bir beyefendi benim yazılarımı takip ediyormus.Benimle konuşmak istediğini söylemiş arkadaşıma bende görüşmeyi kabul ettim ve yanına gittim.Tam bana birşeyler gösteriyordu ki bir ses duydum.Bulunmuşş bulunmuşş diye.Hemen sersemlemiş bir şekilde kaldırdım kafamı.Sıcak yatağımda bir kendime gelmeye çalıştım ve anladım ki annem bana bağırıyor.Saate baktım saat 11:00 olmuştu.Annem dedi ki İlknur'un katili bulunmuş.Hemen televizyonu açtım baktım ki..."SON DAKİKA" yazıyor.İlknur'un katili yakalanmış ve emniyetten canlı yayın yapılıyor.Emniyet müdürü Celalettin Cerrah bir basın açıklaması yapıyor.Herkes birbirine kilitlenmiş ve katilin ismini duymak için bekliyor.Sonradan açıklama yapılınca katilin alt komşunun 18 yaşındaki lise öğrencisi kardeşinin olduğu öğrenildi.Herkes şoka girmişti kim olduğunu çoğu kişi bilmiyordu.Ama sonunda bir ayın ardından katil bulunmuştu.Katil ise Neden? sorularına gülümseyerek elleri bağlı arabaya bindiriliyordu.Olan tabi gencecik İlknur ve daha minnacık çocuklara oldu.Maalesef ki onlar geri gelemeyecek ama en azından katil artık cezasını çekecek.Bir daha böyle olayların yaşanmaması umuduyla....

20 Ocak 2009 Salı

KARDEŞİM GELDİ DOSTLAR... :)

Evet sizden birazcık müsade isteyeceğim dostlar kardeşim geldi :) Kendisi en sonunda evine kavuştu 10 günlük soğuk bir staj tecrübesinden sonra..Keşke mevsiminde gitseydi ilk güzellik yarışmasının yapıldığı Kazdağlarına ...ama o bembeyaz yüzünü gördü.Neyse bilgisayarımı bir müddet ona teslim edicem..yazılarımda aksaklıklar olabilir bundan dolayı özürlerimi sunuyorum sizlere..Bu arada tabii sıkıntılı zamanlarda geçirmedim değil.Özellikle dün insanın kendi parasıyla rezil olma durumuna şahit oldum ve bütün gece baş ağrısından kıvrandım.İnsanlar karşılarındakileri ne sanıyorlar bilmiyorum..Neyse ki en hafif zararla kurtulduk o işten.Şimdi haberleri izliyorum da A.B.D yeni ve ilk siyahi başkanına kavuştu..Vatana,millete ve tüm dünyaya hayırlı ve uğurlu olsun :D ama benim tuhafıma giden kanalların olağan haber akışlarını durdurup canlı yayından bunu bize aktarması..üstelik ülkemizde önemli o kadar çok olay varken...İşte bu da tercih meselesi ya da önem sırası mı desek acaba!Bunları izlerken hep aklıma Gani Müjde'nin Osmanlı Cumhuriyeti filmi geliyor nedense..Bu arada dostlar bundan bir önceki yazımda bahsettiğim İlknur'un hala katili bulunamadı.Bugün izlediğim programda kendisinin ölmeden 3 saat önce kahvaltı için ekmek ve süt almaya giderken yolun karşı tarafında bir dükkanın güvenlik kamerasına takılmış son görüntüleri vardı.Tabi annesi o görüntüleri izlerken sinir krizi geçirdi.Şu an hemen mutfağa gidip anneme yeni bir lezzet için yardım etmeye gidicem.Eğer başarılı olursak yazmaya fırsat bulduğum zaman ondan bahsederim.Ama kötü birşey olursa söz konusu bile olmaz.Kendinize iyi bakın dostlar.Görüimek üzere... :)

18 Ocak 2009 Pazar

İlknur'u kim öldürdü?

Son günlerde üzerimde büyük bir ağırlık var sanki..Hep uyuyasım var.Geceleri ise tam tersine bir türlü uyku tutmuyor.Hani şu prime time dedikleri haber sonrası kuşak var ya..Bütün dizilerimi o kuşakta izlerken diğer kanallarda izleyemediğim dizilerin de tekrarlarını gecenin geç bir vaktinde izliyorum.Tabii uyku da yok.Aslında bu benim için iyi oluyor.Hiç bir programımı kaçırmadan takip edebiliyorum.Son günlerde hep izlediğim programlara ek olarak 2 program daha çıktı.İlki kanal 1'ekranlara gelen "Kelime Oyunu" isimli program şu günlerde favorim.Çok basit ve eğlenceli bir oyun.Onu izlemedenyatmıyorum.Diğer bir programım ise Ebru Şallı'nın sunduğu "Ebruli" isimli programı.Yalnız bu programın sadece ilk 15 dakikası beni ilgilendiriyor.Yani işin spor kısmı :).Tahmin edeceğiniz gibi her gece onunla pilates yapmaya çalısıyorum.Başlangıçta "beni pek fazla zorlamaz.Aman ne olcak ondan yaparız" düşüncelerine kapılmış olsam da bu işin biraz zor birşey olduğunu karnıma giren kramplardan sonra anlamış bulunmaktayım.Şahsiyet öyle bir alışmış ki yapmaya bir hareketi 100 kere yaptırırken duyduyu acıyı "ohh ne güzel yanıyor..acısın daha fazla acısın..."modunda açıklarken insan kendine zarar veren bir kişiden de birazcık şüphe duyuyor ..ki anca 20'ye kadar sayanabildiğim hareketten sonra mideme kramplar girdiyse onun soylediği gibi 100 kere tekrarlasaydım acaba ne olacaktı onu bilemiyorum.Ama nedense yapmaya devam etmek istiyorum.Bütün gün boyunca pek hareketli olmayan bir yaşamın zararlarını görmeye başladığımdan az da olsa vucuduma biraz hareket kazandırmak istiyorum açıkçası.Bütün programlarımı izledikten sonra sıra uyumaya geliyor.Ama sabah kalktığımda da beni bir televizyon programı bekliyor.Aslında programın adını bile doğru düzgün bilmiyorum desem yeridir.Sadece sunucusu olan Müge Anlı ve ona eşlik eden avukat Rahmi Özkan (ki kendisini Serap Ezgü'den tanırız.)ve herkesin tanıdığı Arif Verimli'yi biliyorum...ve yaklaşık bir aydır çözülemeyen bir cinayet hikayesi.Normalde hiç bir program için erken kalkmam ama bu program istisna oldu.Çünkü gerçekten de neler olduğunu öğrenmek istiyorum.Ama her geçen gün olaylar aydınlanacağına git gide karmaşık bir hal alırken ben de bir çıkmaza doğru girmeye başladım.Basında da yer alan olay Gaziosmanpaşa civarında geçen olayda bir genç kadın biri kız biri erkek(ki erkek olan otistik) çocuklarıyla beraber evde ölü bulundu.Olay bir hırsızlık olayı değildi evden hiç birşey çalınmamıştı,kapı zorla açılmamıştı.Üstelik kadın yanlış soylemeyeyim ama yaklaşık 24 yerinden bıçaklanmış o durumda apartmanın en üst katından kapı girişine kadar gitmiş ve apartman girişinde çevredeki esnaf tarafından bulunmuş ve hastaneye götürülmüş ama daha yolda hayatını kaybetmiş.İki çocukta biri mutfakta diğeri ise başka bir odada ölü bulunmuş.Ama bu sırada eve 1dk lık mesafede çalışan koca olay yerine bir türlü ulaşamamış ve bütün çağrılara rağmen tv ye çıkıp bu olayla ilgili hiç konuşmamıştı.Tabi bu da ilk başta bütün dikkatlerin üstünde toplanmasını sağlamıştı ama sonradan çıkıp acısının çok taze olduğunu ve sadece katillerin bulunması istediğini söylemiş .. katillerin bulunduğu gün anca tv ye çıkabileceğini söylemiş ama yine sakin tavırlarıyla dikkat çekmişti.Tabi bir de aynı apartmanda karşı karşıya oturdukları kaynana var.Kadıncağız kendisine ait olan 2 evi de çocuklarına paylaştırmış sonra kendisi ortada kalmış ve kendisine tam da bu ölen İlknurun karşı tarafında çatı katında bir oda yapılmış ve sobası bile olmayan bu yerde kalmaya mecbur edilmiş.Bütün gün çocuklarını dolaşıp onlarda gününü geçiren,yemeğini yiyen,ısınan kadın akçam olduğun da kendi evine ( ya da odasına demek daha doğru olur) gider elektrikli battaniyesine sarınır ve öyle yatarmış.Tuhaf olan kendi kızlarının bile arada tartıştıkları gelinini öldürtmek istemesini düşünmüş olmaları.Her geçen gün dediğim gibi işler sarpa sarıyor ve bende sonucu büyük bir merakla bekliyorum.Bu konuda da bir gelişme olursa tabi ki sizinle de paylaşacağım.Şimdilik benden bu kadar..görüşmek üzere... :)

16 Ocak 2009 Cuma

Eskiler...




Bizim zamanımızda diye başlayan cümleleri çok kullanır eskiler..Geçen günde belirttiğim gibi ben de 90'lar kuşağıyla ilgili bir program izlediğimde bu duyguları yaşamış ve sizlerle paylaşmıştım.Bugün ziyaret ettiğimiz bir evde de buna benzer bir diyolog geçti.Bir zamanlar olanlar ama şimdi olmayanlar ya da bir zamanlar olmayıp şimdi olanlar.Bir hanımefendi dedi ki siz biz anlattıklarımıza gülersiniz ama biz bunları yaşadık bakalım siz ilerde yeni nesle neler anlatacaksınız? Doğru ne zaman ne olacağı belli değil.Umarım bizde o günleri görürüz de bazı şeyleri paylaşırız.Dün gece bir tv programında Acun Ilıcalı konuktu.Yaşadığı bütün herşeyi kapsayan bir film teklifi almış kendisi programa gelmeden..hem de bayağı tanıdık bir yönetmenden ..üstelik kendisinin oynaması şartıyla.Ama kendisi bu konu da kararsızmış.Ne yapmalıyım daha karar vermedim.Benim akıl hocalarım da vardır.Onlara da bi danışıp yapacağım işlerde onay alırım dedi.Sonra dedi ki belki de oynamalıyım. Çocuklarımıza,torunlarımıza bir hatıra bırakmış oluruz.İzlediklerinde bak bu bizim dedemizdi diyebilsinler.Tabi o zaman onu oynatacak bir alet bulurlarsa.. :D Bu laf çok hoşuma gitti.Öyle bir teknoloji çağındayız ki sürekli gelişen,devamlı bir şeyler üreten...Birkaç sene önce nelerle uğraşıyorduk şimdi nelerle uğraşıyoruz.Zaman ilerledikçe herşey otomatikleşmeye başlıyor.İnsanlar da bir o kadar tembel olmaya başlıyorlar tabi ki...İnsan bazen eskiyi özlüyor.Bir gün cep telefonumuzu evde unutsak büyük bir boşluk içine düşmüyor muyuz?!Halbuki eskiden böyle miydi? Gerçi tabi ki iyi birşey ben kesinlikle olmasını yadırgamıyorum ama bazı şeylere çok kaptırıyoruz kendimizi gibime geliyor.Geçen gün fotoğraf sitelerinde dolaşırken İstanbul'un eski resimlerini gördüm.Aynı bugünkü muhabbette geçtiği gibi sokaklar bomboş.Ne trafik var ne de öyle koskoca binalar.Ne kadar teknolojinin gerisinde kalmamamız gerekse de eskiyi de unutmamamız gerekir bence..İşte o günleri gösteren birkaç fotoğraf örneği....





Bu eski İstanbul beni hep etkilemiştir.Devamı gelecektir.... :)


Bu fotoları bulmam da yardımcı olan istanbul.net.tr & wowturkey.com a teşekkürlerimi sunarım.

15 Ocak 2009 Perşembe

KISKANÇLIK

evt ama birileri birilerini çok tutuyor.Hep üstlerine düşüyorlar.Ne deseler yapıyorlar.Canları ne çekerse..Bizde insan değil miyiz ya...Evet kıskanıyorum var mı diyebileceğiniz birşey.Bu adaletsiz hayatta şahsımıza da bir parça birşeyler düşse bari.Ama nerdeee... İnsan bu kadar şansız olur mu yaa.Dört ayak üstüne düşen insanları da çok kıskanırım mesela.Herkese yardım etmeye çalışsam da, kötülük düşünmesem de, herşeyi oluruna bıraksam da yok kardeşim bu talih beni hiç sevmiyor.Sevse bir kere yüzüme gülmez mi?Neyse bu kadar ver-yansın yeter.Daha fazla konuşmayayım.Ne yapalım bu da bizim kaderimiz olsa gerek.Şansın benim de yüzüme güldüğü günleri görmek dileğiyle....

14 Ocak 2009 Çarşamba

AL BENİ YAĞMUR....


Al beni yağmur al lütfen...Yağ önce bitir şu kuraklığı sonra gel beni al..İstemiyorum burda durmak.Herşey ağır geliyor artık bana.Üstüme üstüme geliyorlar.Ağlmak istiyorum ama boğazımda düğümleniyor birşeyler.Kendimi ifade edecek halim yok.Anlatamıyorum halbuki içimi oyan onca şey varken.Vücudum durgun bir yorgunlukta..Hareketsiz bedenim çığlıkta...Nefesimi duyuyorum soğuk kış günü yastığımda..Gelmedin yağmur bak bekliyorum hala...Dinmedi acım olmuyor işte gerçeklerşmiyor bir türlü amacım.Kimsesizim koskoca bir kalabalığın içinde.İnsan maskeleri var etrafımdakilerde.Karşıda denizin ortasında bir kayık tam da kestiremiyorum gece vakti.Sadece fenerin ara sıra vuran hafif ışığı..Salınıyor denizin ortasında ama içinde kimse yok.Kürekleri ise boşta duruyor.Sanki benim için geliyor gibi.Yavaş yavaş ama emin adımlarla.Etrafımdaki maskelilere aldırmadan kalabalığı yararak geçtim.Koşmaya başladım bana gelen kayığa doğru.O an hissettim saçlarımı savuran rüzgarı.Bir an durdum o soğuğu içimde hissettim ...ürperdim...Sonra anladım beni soğuktan koruyan kalabalığı..Ama ne çaree.Aldırmadan devam etim yoluma.Durmadan...yılmadan...arkama bile bakmadan.Kim bilir belki de cesaret edememişimdir.O karanlıkta birden yapayalnız olduğumu hissettim.Onca kalabalık birden yokoluverdi..Gecenin bir yarısı...çıt bile çıkmıyordu.O an korktum işte.Dedim ki hemen kayığıma atlayıp gitmeliyim buralardan.Kaçıp kurtulmalıyım.Birden farkettim ki ne kayık var ne başka birşey.O an kalakaldım ve yüzüme düşen yağmurla bağırmaya başladım.Avazım çıktığı kadar hemdee.Ben bağırdıkça yağmur da hızını arttırıyordu.Gel dedim.Gell yağmurrrrrr yağ önce bitir bu kuraklığı ve sonra gel beni al.Al burdan da kurtulayım.Gel yağmur gel de al beni götür bilmediğim ufuklara,tanımadığım insanların arasına,önyargısız.......

Ne mutlu...

Geçtiğimiz günlerde ülkemize bir star geldi bir reklam filminde oynamak üzere...Kevin Costner... Türk Hava Yolları'nın yeni reklam yüzü olan dünyaca ünlü aktör Kevin Costner'in yer aldığı reklam filminin çekimlerine başlandı.Yalnız oynayacağı reklamdan çok kendisinin şapka tüm dikkatleri çekti.Çünkü kendisi düzenlediği basın toplantısında,üzerinde Ne mutlu Türküm diyene! yazısı ve arkasında da Türk bayrağı bulunan şapkasıyla herkesin ilgisini çekti. Costner, Türk bayraklı ve “Ne mutlu Türküm diyene” yazılı şapkasıyla ilgili “Atatürk’ün yazısından okudum. Güzel bir söz olduğunu duydum. Bu kadar uzun bir yoldan gelip aynı lisanı konuşmadığınız bir ülkeye geldiğinizde takdirimi sunmak istedim. Bu şapkayı Amerika’da yaptırdım. Küçük bir şey ama düşünebildiğim şeylerden bir tanesiydi” diye konuştu. Müzik yaşamına başladıktan sonra yurtdışından ilk konser teklifinin Türkiye’den geldiğini belirten Costner, “Türkiye’yi sahiplenmeye başladım. Umarım bunu yanlış anlamazsınız Türkiye’den gururla bahsediyorum. İnsanlara her şeyin güzel olduğunu söylüyorum. Bunları aktardığınız zaman da bir şekilde sizi temsil eden büyükelçiye dönüşüyorsunuz. Washington’daki yetkililerle konuşma imkanı olursa ki var, buradaki tecrübelerimden bahsedeceğim. Türkiye’yle ilişkilerimizin daha iyi olmasını gerektiğini özellikle vurgulayacağım” diye konuştu.Böyle sözlerin çok tanınmış bir Amerikalıdan gelmesi ilginç.Aslında hepimiz için belki de bir gurur ama şöyle bir düşünürsek acaba biz ülkemize ne kadar önem veriyoruz.Ülkemizi geliştirmek,tanıtmak için birşeyler yapabiliyor muyuz?Ama genellikle bizim insanımızın yabancı ülke merakı da tartışılmaz bir husus.Onlara benzeme çabası.Kullanılan yabancı kelimeler sayesinde dilimizi de kaybeder hale geldik.Onca yıllık geçmişe rağmen kültürümüzü elimizin tersiyle itmek bizden başka hangi ülke de görülmüştür acaba?Böyle birşeyden de inanın utanıyorum..

13 Ocak 2009 Salı

KARA SALI

Bugün benim için kara bir salı oldu. Ne yazık ki umutlarıma,hefeflerime 4 puan uzakta kaldım.Aldırmadım desem yalan olur.Hem de öyle bir aldırdım ki....Hayallerime devam etmeli miyim yoksa alıp başımı gitmeli miyim bilemiyorum doğrusu.Ne dersin herşey bu kadar basit mi ya da bir o kadar zor mu?Hayatın neresindeyiz...hayallerimizin kıyısından dönerken...

12 Ocak 2009 Pazartesi

6 AY

Bugünlerde tarihe merakım daha doğrusu yakın tarihe merakım artık yakın arkadaslarım tarafından bilinmekte.Yine son günlerde bu tarih aşkıma ilaç gibi gelen iki program izliyorum.Aslında ikisi de aynı kişinin desem hiç de yalan olmaz.Bu iki güzel ve kaliteli programı HABERTÜRK ekranlara getiriyor.İlk programım cuma günü Murat Bardakçı'nın hazırlayıp sunduğu TARİHİN ARKA ODASI diğeri ise pazar günü Fatih Altaylı'nın hazırlayıp sunduğu TEKE TEK ÖZEL. Teke tek özel diyorum çünkü aynı Teke tek programı perşembe günü de güncel konu ve konuklarıyla yayınlanmakta.Tabi özel olan programda tarih konuşuluyor tıp ki cuma gün yayınlanan programda olduğu gibi.Üstelik Fatih Altaylı ya Murat Bardakçı eşlik ediyor.Herkese, hani derler ya gerçi ben bu kelimeyi bu kalıpta kullanmayı sevmem ama ŞİDDETLE tavsiye ediyorum.Bu hafta pazar gününün konuğu 6 AY kitabının yazarı Alev Coşkun idi.

Tarihe merak sardıktan sonra piyasada ki kitapları da incelemeye almıştım.Herşeyimi yazdığım küçük defterime en popüler tarih kitaplarının isimlerini bir liste halinde yazmıştım bunların içinde bu kitapta vardı ama henüz alamamıştım.Bu izlediğim programda aslında bu kitabın bazı yerlerinin Murat Bardakçı'nın ŞAHBABA isimli kitabından alındığını ve kaynak bile gösterilmediğini öğrendim.Tabi bütün söylemlere rağmen kitabın yazarı bunu kabul etmek istemedi,sürekli aksini söyledi ve alsa bile suç olmayacağını iddia etti.Bunun üzerine bende bu kitabı listemden çıkarmaya karar verdim ve iyi ki almamışım dedim.Şimdi 6 ay kitabının yerine listemde Murat Bardakçı'nın Şahbaba isimli kitabı var.

Kaç gündür yazmak istediğim ama yazamadığım birikmiş o kadar konu var ki ama bu olayı da yazmadan geçemezdim.Emeğe birazcık saygı diyorum.Bu arada kitap her yerde satışta ve güzel bir gelir elde etmekte oysa ki Murat Bardakçı o kadar uğraşa rağmen bazı noktalara ulaşmaya çalıyor.Yazık doğrusu....

11 Ocak 2009 Pazar

SAVAŞ ve KADIN

Cuma gün olan sınavımın ardından pek yazmaya vakit bulamadım. O gün sınav çıkışı sevgili hocamız Nadia ve Şehri ile birlikle Galatasaray Lisesi manzaralı bir kafede oturup soğuk bir İstanbul'da havanın karamasına tanıklık ettik.Hoş bir sohbet geçti hem bedenen hem manevi yorgunluğuma karşı...Bu sohbetin en yakın zamanda tekrarlanacağını ümit ederek günü tamamlarken ertesi gün için de gideceğimiz oyunun hazırlıklarını da Aslı ile konuşuyorduk.Evet tutkuyla bağlı olduğum tiyatroyu yoğun tempo yüzünden aksatırken sağolsun sevgili arkadasım Aslı hatırlatarak bana bu konu da yardımcı oluyor.Hatta dün de kendisine söyledim iyi ki böyle birşey yapıyoruz. Senin sayende rutin bir sekilde tiyatroya da zaman ayırabiliyorum dedim.
Şimdi gelelim oyunumuza...Oyunumuzun adı YEDİ TEPELİ AŞK idi.Saat 15:00' te başlayacak oyun için 14:45 gibi orada hazır bulunduk.O kadar kalabalıktı ki gerçekten kriz dönemlerinde insanların tiyatroya akın ettikleri doğru.Keşke her dönem bu böyle olabilse...İçeri girdiğimizde öyle bir kalabalık vardı ki ilerlemekte güçlük çekiyorduk.O an tam önümüzde duran kız tiyatro bileti satmaya çalısıyordu. Savaş ve Kadın oyununa bilet almak isteyen var mı ? Şimdiki oyuna bilet almayan var mı ? Birden durdum ve önümdeki programı gösteren panoya yöneldim.Tam karşımda duran program beni bir kere da şaşırtmıstı çünkü gerçekten kızın söylediği gibi günün oyunu Savaş ve Kadın idi.Aslı ya gösterince o da şaşırdı ve hemen bileti çıkarıp kontrol etti.Ama bizim biletimiz doğruydu. Sonra bir yetkiliyle konuştuğumuzda bizim oyunun iptal edildiğini istediğimiz bir oyuna girebileceğimizi söylüyordu.Ama şöyle bir durum vardı ki Aslı bu oyunu zaten birkaç gün önce izlemişti.Ama programa baktığımızda diğer oyunları da gördüğümüz için mecburen oyuna girdik. Aslı benim yüzümden oyunu iki kere izlemek zorunda kaldı sağolsun arkadaşım :)








Savaş ve Kadın savaş zamanı Balkanlar'da Saray Bosna'da 5kişi tarafından tecavüze uğramış , hamile kalmış ve akıl sağlığını yitirmiş, Tanrı ya inancını kaybetmiş bir balkan kadınıyla - savaşta ölenler için açılan toplu mezarlarda görevlendirilmek üzere çağırılmış Amerikalı bir doktor,bir psikolog arasında geçen hikayeyi bize sunuyor.Savaşın kadının üstündeki etkisini anlatıyor farklı bir dille oyun...Kadının çaresizliği bunun yanısıra savaşın asıl sorumlusu olarak gördüğü Amerika tarafından kadına uzatılan yardım çabaları..Gerçekten özellikle iki kişilik dev kadro yanında o dönemi yansıtan müzikler beni çok etkiledi bu oyunda.Akordiyonla çalınan ve her milleti içinde barındıran Balkanların müzikleri. Gerçekten ilk başlarda ağır ilerlese de özellikle ikinci yarıda sahnelerin,oyunculukların doruğa çıktığı bir oyun.Her ne kadar başlangıçta bunu izlemek için gitmesekte mecburiyetten izlediğim ve hiç pişman olmadığım bir oyun.Herkese tavsiye edilir..




8 Ocak 2009 Perşembe

sSIIINAv..........

:( Beklenen an geldi çattı işte.Yarın sınav günü,yarın büyük gün.... Ne diyeceğimi bilmiyorum.Çok korkuyorum..Elim ayağıma dolaşıyor..Hep sınavlarda başlayan telaşım bu kez katlanmış bir şekilde karşımda.Sanki son şansım gibi..Kader sınavımm.Ya olacak ya da son denemenin ardından bütün çabalarımı,hedeflerimi bir kenara bırakıp bambaşka bir hayata yönlenmek zorunda kalacağım.Meraklı gözlerin bu isteğine karşı koymak için çabam.Onların yanıldığını gösterip yoluma daha hızlı devam etmek.Bugün yine midem bulanıyor,ellerim uyuşuyor...Yine ben ben olmaktan çıkıp başka bünyelerin içime girmesine izin veriyorumm.Çok korkuyorummm her an dua ediyorum.Ama hiç umudum da yokk.Onca gayrete rağmen daha gireceğim sınavın seviyesine ulaşamadım ve hiç ulaşamamaktan korkuyorum...Lütfen bana dua edin belki bir mucize gerçekleşir.................

4 Ocak 2009 Pazar

sAVAşşşşş.......

Gürültüler duyuyorum yakınlardan ve genzim yanıyor.Annemse durmadan ağlıyor.Babamsa kapıda nöbet tutuyor.İnsanlar bağırıyor,ağlıyor kimileri,dualar okunuyor,kimileri de küfür savuruyor ve sonra küçük evimizin çatısı çöküyor.İçeriyi duman bulutu kaplıyor.Birisi silah çıkarıyor....bomba atıyor.Anenmse onlara yalvarıyor.Adamlarsa bana bir silah doğrultuyor.Savaş YEDİ yaşında bana hesap soruyor.Gözyaşım artık acı akıyor.Hayat benim için son buluyor FİLİSTİN'de.Çocuk olmak böyle birşey.SENDE SESSİZ KALMA...........

Uyku Hali...

Bu günlerde beni bir uyku hali sardı.Anlayamadığım....Vücudum yeniliyor..dayanamıyorum.Belki de vücudumun dış dünyaya ya da yaşadıklarıma tepkisi...Zamanın akışına gösterdiğim tepki gibi...

2 Ocak 2009 Cuma

Hadise - Düm Tek Tek

Yıllardır Eurivison şarkı yarışması düzenlenir.Ancak bu bizi pek ilgilendirmezdi.Eğer iyi bir derece alınırsa o ertesi akşam ki haberlere konu olur(Şebnem Paker'in 3.lüğünü öğrendiğimiz gibi ) anca öyle öğrenirdik.2002 yılında Estonya'da yapılan yarışmada bizi "leylaklar soldu kalbinde" isimli şarkıyla Buket Bengisu & Grup Safir temsil etmiş ve Türkiye 16.sıraya oturmuştu.Ama yarışma sırasında Almanya'dan hiç puan alamamız şüphelere yol açmış.Türkiye'nin itirazı sonucu 2003 Letonya'daki yarışmaya doğrudan katılma hakkı kazanmıştır.Tabi Sertab Erener 'in ülkemizi temsil ettiği yarışmada Türkiye 1. olmuştur.Ondan sonra Eurovision ülkemizi, insanlarımızı çok ilgilendiren bir yarışma haline gelmiştir.Her yıl daha yarışma sonuçlanır sonuçlanmaz ertesi yıl kimin yarışacağı konuşulmaya başlar oldu..Arada yanlış tercihlerin kurbanı olsakta bunun biraz da politik düşüncelere bağlı olduğu da açık.Eveettt gelelim bu sene ki yarışmaya.Bu yıl ki adayımız her zamankinden daha erken belli oldu ve 2008 in bitip 2009'a merhaba dediğimiz anlarda görücüye çıktı.Temsilcimiz Hadise'nin genç ve güzel olması ve en önemlisi avrupa kulturuyle yetişip, yabancı dil konuşabilmesi çok büyük bir avantaj.Kendisinin ülkemizi çok iyi temsil edeceğini düşünüyorum.Sahne performansıyla göz dolduracağını ve çok güzel bir sahne şovu hazırlayacağını düşünüyorum.Şarkıyı dinlediğimde ise çok mutlu oldum.Şu ana kadar eurovision şarkımızı ilk dinlediğimde hiç bu kadar beğenmemiştim.Ama biraz daha hareketlendirilse çok daha güzel olacağını düşünüyorum.Hele sahne ve kostümleriyle rakiplerini korkutacağı kesin.Umarım en iyi puanı alır.Kendisinin Belçika doğumlu olması kendini oralarda daha iyi tanıtmasına neden olacaktır.Organizasyonu da süper olacaktır.Şu an için herkes Hadise yi destekliyor.Kendisine şimdiden bol şans diliyorum...

1 Ocak 2009 Perşembe

belirsizlik sınavı...

Yeni yılın geldiğine hiç sevinmiyorum.Yeni yıl benim omuzlarıma çok daha fazla yük bindiriyor.İşte sınava ne kaldı...kaç gün...Hatta bugün sınav başvurularının 2-8 Ocak arası olduğu açıklandı.9'unda da sınav var...Dualar benimle ama benim çabalarım ne kadar yeterli ya da gerçekten çaba sarfediyor muyum? O meçhul.Ama hayattan bezginliğim de ortada :( Hayatım adına çok büyük kararlar alma günü!Ne yapacağını bilememek ne kadar kötü.Gitmek.....dönmemek....Düşünmek mi....konuşmak mı yoksa susmak mı ? Hangisi haa hangisi?
(Onur büyüksün.....)